KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNİN
TARİHSEL SÜRECİ
Av. Naim DEMİRCİ
KUVVETLER
AYRILIĞI İLKESİ
Kuvvetler ayrılığı olgusu devlet şeklinin
ifadesidir. Kuvvetler; yasama, yürütme ve yargıdır. Bu kuvvetleri, “plân”,
“sevk ve idare” ve “kontrol” şeklinde de ifade edebiliriz. Bu kuvvetlerin
ayrılığı demek, devlet işlerinin ve yetkilerinin kuvvetler arasında
bölünmesidir.
Siyasi iktidar, bu kuvvetlerin hepsini
elinde bulunduruyorsa, bu takdirde, kuvvetler birliğinden söz edilir. Buna
karşılık kuvvetler siyasi iktidarın elinde toplanmamışsa, bu kuvvetler ayrılığı
sistemidir.
Kuvvetler birliği, tek adam rejimi olan
dikta rejimlerinin ilkesi, Kuvvetler Ayrılığı ise, azınlığın haklarını da
koruyan, çoğulcu demokrasi rejiminin ilkesidir. Çoğunluğun fikir birliğinin
oluşturduğu ve yönettiği bir ülke demokrat olamaz, demokrasi, azınlığın fikir
ve haklarına saygı gösterildiği, tanındığı ve korunduğu rejimlerdir.
Kuvvetler ayrılığı, aslında organların
ayrılması değil, organları yöneten iradelerin ayrı olması demektir. Yani,
yasama dışında yürütme kendi iradesine sahipse, keza yargı, iktidar etkisinden
bağımsızsa gerçek bir kuvvetler ayrılığı var demektir. İradeler ayrı ve
bağımsız olmadığı takdirde, hepsi iktidara bağlı olur ve iktidar, kanun
çıkartır, uygular ve yargılar. Böylece, devlet tamamen siyasi iktidarın elinde
olur. Bu durumda siyasi iktidar ve bu iktidarın başındaki ne isterse o olur!
Kuvvetler ayrılığı ilkesini, bugünkü
anlamda açık şekilde ifade eden ve ortaya atan Montesquieu olmuştur.
Montesquieu’ye göre; “bir kuvvet, karşısında kendi cinsinden
başka bir kuvvete rastlamadıkça dolu dizgin gider. Zira ezeli bir tecrübe ile
sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunu kötüye kullanmaya meyledebilir ve kuvvetine
hudut buluncaya kadar gider. Fazilet bile sınırlanmaya muhtaçtır. Montesquieu,
bu fikri 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde,
“Herhangi bir cemiyette vatandaş hakları teminata bağlanmamış ve kuvvetler
ayrılığı temin edilmemişse; o devletin anayasası yoktur.” şeklinde ifade etmiştir.
Kuvvetler Ayrılığı Prensibi ilk defa yazılı bir anayasa olarak 1787 tarihli
Amerikan Anayasası’nda ifadesini bulmuştur. Daha sonra on dokuzuncu ve yirminci
yüzyılda diğer ülkelere de yayılmıştır.”
HUKUK FELSEFESİ BAKIMINDAN KUVVETLER AYRILIĞI
Kuvvetler ayrılığı ilkesi, iktidarı
oluşturan egemen güce, bu iktidarı veren kuvvetlerin (yasama, yürütme ve yargı)
ayrı organlar tarafından yerine getirilmesi suretiyle, iktidarın (egemenliğin)
mutlaklığı, sürekliliği, bölünmemesi ve devredilmesi suretiyle devletin
yönetilmesi esasına dayanır. Bu ilkenin, hukuk felsefesi boyutundaki tarihsel
gelişimine bir bakarsak;
Kuvvetler ayrılığı
ilkesini, ilk çağlarda, Aristo tespit etmiştir. En iyi hükümet
sistemini arayan bu filozof, devlet faaliyetlerini üç sahaya ayırmış ve har
saha faaliyetlerini ayrı bir organa gördürmeyi tavsiye etmiştir. Buna göre, Meclisin “yasama” görevi
yapması, idari ajanların yasaları uygulama “yürütme” göreve yapması ve yasalara
aykırılığın yaptırımların ise mahkemeler tarafından “yargı” kapsamında yerine
getirmesini öngörmüştür.
Aquinolu
Thomas; İktidar’ın
kökünün Tanrı’da olduğu ve gücünü yeryüzünde kral ile yerine getirdiği, ancak,
Kral’ın da, yasaya uygun yönetim, ortak yarara uygun yasalar ihdas etme, halkın
sürekli denetim ve gözetimi (Meclis) ile sınırlı olduğunu kabul etmiştir.
İbn
Haldun; Devlet’in
ekonomik ve güvenlik ihtiyacını karşılamak için bir araya gelen insanlardan
oluştuğunu ve bu toplumun, “düzenleyici bir otoriteye” ihtiyaç duyduğunu
belirtmiştir. İbn Haldun’a göre, devlet düzeni sağlar, sorun çıkması halinde,
yargıçlara başvurulur. Bu nedenle, düzenleyici otoritenin aslı fonksiyonunu
yasama ve yürütme olarak öngörmekle, kentlerde, güçlü yargıçlar ve devlet,
insanları birbirlerine karşı korurken, kırsal kesimde bu koruma yaşlılar ile
saygın büyüklerde olduğunu savunmaktadır.
Machiavel; Prens adlı eserinde, Prensin kendi
koyduğu yasalarla kendini sınırladığı yerde, halkın özgürlüğünün doğacağını ve
Prensin kendi koyduğu yasalara, öncelikle, kendisinin itina ile uyması
gerektiğini belirtmiştir. Aynı anayasada, Kralın, soyluların ve halkın
güçlerinin birleştirilmesi halinde, her birinin diğerini denetleyeceğinden,
olumlu bir yönetim biçimi doğacağını kabul etmektedir. Dini hoşgörünün,
devlet/toplum düzenini bozması durumunda korunmayacağını ileri sürmektedir.
Farabi; toplumdaki fertlerin sevgi ile kaynaşıp topyekün bir vücut
halinde devletleşmesini de varlıklar arasındaki ilişkilere benzetir. Varlıkları
birbirlerine yaklaştırıp bağlayan bağlar, insanları birbirine bağlayan sevgi
gibidirler. Farabi, devleti, insan vücuduna benzeterek açıklar, ilk yaratılan
organ kalp olduğundan hareketle, keza, kalbin hiçbir organ tarafından
yönetilmediğine dikkat çekerek, onun ardından ikinci güç olarak zihni gürür.
İbni Sina da; bu görüşü desteklemekte ancak,
kalbin yerine aklı koymaktadır. Ancak, İbni Sina diğer İslam felsefecilerden
farklı olarak, zalim yöneticilere karşı, başkaldırıyı meşru gören bir
felsefecidir.
Farabi
ve İbni Sina’nın görüşleri genel olarak değerlendirildiğinde; insan vücudunda
(fıtrattan kaynaklanan) birbirlerinden bağımsız çalışan ve birbirlerini
dengeleyen ve tamamlayan organlar olduğundan hareketle, devlette de,
birbirlerinden bağımsız, birbirlerini dengeleyen ve ortak amaca (Toplumun
devamı ve mutluluğu) hizmet eden kurumlar olması gerektiği görüşüne varılır.
Herr Von
Haller de, bireylerin devlete karşı hukuki özgürlüğünü güven altına almak için
başvuracakları yolları (İbni Sina’da zalim yönetime karşı direnme hakkı olarak
tanımladığı) şöyle belirlenmiştir;
a)
Şahsen doğal kanunları kabul ve uyma,
b)
Haksızlığa karşı direnme
c) Başka
çare kalmadığında kaçmak.
Jean
Bodin; Din, devletleri
birlik içinde tutacağını ve devletin temel ilkesini oluşturduğunu kabul
etmektedir. Kralın, Tanrı’nın yeryüzündeki vekili olduğunu kabul eden bu
düşünce akımında, devletin, soylu aileler tarafından ele geçirdikleri çeşitli
sınıf ve yöntemlerle birlikte, egemen gücün kudreti içinde hukuka uygun olarak
yönetildiği bir sistemi öngörmektedir. Kuvvet olarak üç yeni kavrama
dayanmaktadır; Aile (Soylular sınıfı), Egemen güç (Gücünü Tanrı’dan alan Kral)
ve Devlete bağlı kuruluşlar (Bürokrat kesim). Egemenliğin, sürekli, bölünmez,
mutlak olması nedeni ile tek kişinin (Kral) devleti yönetmesi ve diğer
unsurların ise monarka yardım ettiği bir devlet sistemi öngörmektedir. Ancak,
egemenin, keyfiliğe kaymamak, ahlaki değerlere saygı göstermek, halkın iyiliği
ve refahı ile devletin birliğini korumak
ile sınırlanabileceğini belirtmektedir.
Hobbes; toplumun insanların birbirlerinin kurdu
(Homo homudus Lopus) olmaları nedeni ile doğal sebeplerle değil, bu korkunun
getirdiği yapay bir şekilde biraraya gelerek devleti oluşturduklarını ve tüm
hak ve özgürlerinden vazgeçerek, yönetimi egemene devrettiklerini savunmaktadır.
Egemen’in ise, yasa ve gelenek ve göreneklerle sınırlı olduğunu kabul etmekle,
ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlama, mülkiyet hakkını tanıma ve koruma, yasal
savunma hakkını sağlama ile yükümlü olduğunu kabul etmektedir.
John
Locke; insanların hak ve
özgürlüklerinden vazgeçmesinin sebebi olarak kişisel güvenliği ve suçluların
cezalandırılması istemidir. Ancak, bu vazgeçme kötüye kullanılamayacağı,
istenildiği zaman geri alınabileceği ve tek kişinin iradesine bırakılamayacağı
yönündedir. Locke, bu hakların kötüye kullanılmaması için, yasama ve yürütme
yetkisinin ayrı organlarda bulunması gerektiğini belirtmiştir. Yasama organının
en üst organ olduğunu kabul eden bu görüşe göre, egemenliğin kaynağını
“tanrı’dan” değil, “halktan” aldığı görüşünü ileri sürmüştür.
Hegel;
devlet güçlerinin
ayrılığı çok önemli bir şart olup, hakiki anlamıyla alındığı takdirde, kamu
özgürlüğünün garantisi olarak anlaşılabilir. Sözkonusu güçlerden her birinin
diğerine karşı tavrı, düşmanlık ve korku tavrıdır, her biri bir kötülüğe karşı
direnircesine diğerlerine karşı direnir, görevleri birbirleri karşısında ayrı
bir güç olarak yer almak ve bütün bu karşı çıkmalar sonunda bir genel denge
yaratmaktır.
J.
Jack Rousseau;
sosyal sözleşmeyi kuran insan toplumunun ne birbirinin kurdu olduğu ne de
birbirlerinin kutsalı olduğu (Homo Homudus Sacra) yönündeki görüşlerin aksine,
Rousseau, toplumu her ikisinin ortası doğal ve mutlu bir insan olduğu
yönündedir. Rousseau’ya göre, egemenlik; “devredilmez”, “bölünmez”, “yanılmaz”
ve “mutlak”tır. Mutlak demokrasi, çoğunluğun egemenliği olup, genel iradenin
mutlaklığıdır ve genel irade toplum zararına olamaz ve davranamaz. Toplum,
yasalar ile bağlanırlar ve yasalar genel ve adaletli olmalıdırlar. Egemenlik
ise, Locke ile başlayan görüş uyarınca, “halktadır”. Yani, yasama yetkisi
halkın “vekili” değil, “görevlileri” tarafından kullanılır. Yasaları, “halkın
görevlilerinin” oluşturacağı yasama organınca yapılacağından, yürütme hizmeti
de, halkın “efendisi” değil,
“hizmetkarı” olanlar tarafından yerine getirilir. Bu durumda, hem yasama hem
yürütme halkın görevlileri ve hizmetkarları ise, güçler ayrılığı sisteminden
söz edilmesi mümkün değildir. Çözüm, “güçler birliğine dayalı Meclis Hükümeti”
sistemi olduğu görüşündedir.
Montesquieu; siyasal özgürlüğü, her istenilenin
yapılması değil, yasaların izin verdiğini yapmak olarak tanımlamakla, siyasal
özgürlüğün, kişilerin güvenliği, ruhun huzuru, hiç bir yurttaşın (yurttaşlık
kavramı artık gelmiştir.) diğer yurttaşından korkmaması ve iktidarı elinde tutanların, bu gücünü kötüye kullanma eğiliminde
olacağından, bu gücün denetlenmesi ve sınırlanması gerektiğini belirtmiştir.
İktidarın sınırlanması ve denetlenmesinin ise, güçler ayrılığı ile
sağlanabileceğini, iktidarı ele geçiren kim olursa olsun, (ister bir kişi,
ister çoğunluk, ister azınlık, isterse halk) yasama, yürütme ve yargı
güçlerinin ayrı ellerde toplanması gerektiğini yasama ve yürütme organlarının
karşılıklı olarak birbirlerini denetlemesi gerektiğini kabul etmiştir.
Montesquieu, devlet modelini İngiliz sistemi çerçevesinde düşündüğü için,
halkın oluşturduğu avam kamarasına karşı, soyluların oluşturduğu Lordlar
meclisinin karşılıklı denetimi ile son kararın Kral tarafından verildiği ve
veto yetkisinin Kral’a ait olduğu, yasama ve yürütmenin birbirlerini
sınırladığı ve denetlediği bir yönetim modeli geliştirmiştir. Bu kapsamda,
yargının fonksiyonu ayrı ve bağımsız yargıçlar kanalı ile uyuşmazlıkların
çözümüdür. Yasama ve yürütme organının tek elde toplandığı günümüz demokrasi
sistemlerinde, bu denetim ve sınırlama yargı organı tarafından yerine
getirilecektir.
Tocqueville; Sanayileşme, bürokratlaşma ve ulusçuluk
hareketlerinin, küçük karar mihraklarını yok edeceğini ve tüm gücün iktidarda
toplanacağı ve merkezileşen iktidarın ise, sosyal çatışmaları kaldıracağı ve
bireyi siyaset dışı bırakacağını öngörmüştür. Devlet, yurttaşların tüm
işlerini, ticaretlerini, uğraşlarını, günlük faaliyetlerini, eğlencelerini
ayarlamaya ve düzenlemeye başlaması ile insan sorumluluk duygusunu ve kişiliği
kaybetmek suretiyle, “çoban devletin” güdeceği bir sürü haline gelecektir. Tocqueville’e
göre, halk özgürlük içinde eşitlik ister ancak, bu olmazsa, kölelik altında
eşitliğe de razıdır. Bu sürüleşmenin önlenmesi için, bireyin “siyasal
özgürlüğünün” sağlanması gereklidir. Bunun içinde, sivil toplum kuruluşlarının
geliştirilmesi ve güçlenen sivil toplum kuruluşları ile iktidar arasında
zorunlu diyalogların kurulacağını ve bireyin bu şekilde siyasallaşarak,
özgürleşeceği ve kişiliğini bulacağı, Tocqueville tarafından ileri sürülmüştür.
Yukarıda değinildiği üzere, kuvvetler ayrılığının hukuken ve fiilen
gerçekleştirilmemesi, bir kuvvetin diğerleri üzerinde diktaya giden bir hegomonya
oluşturmasına sebep olur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi hangi kuvvet lehine
bozulmuş ise, bu kuvvet, diğer erklerin işlevlerini ya bizzat yerine getirir
veya idari vesayeti altında dolaylı olarak kendi iradesi yönünde, işlevlerini
yerine getirmesine zorlar.
KUVVETLERİN
GÖREV VE YETKİLERİ
Tarihi süreç içinde, “insan >>
toplum >> egemen güç >> yasa >> devlet” gelişimde, insan
egemen güce karşı hak ve özgürlüklerini elde etme amacı ile savaşım vermiş ve
bu savaşım sonucu egemen güç önce bölünmüş sonrada halka devredilmiştir.
Bu bölünme ve devredilme sürecinde yer
alan yerli ve yabancı hukuk belgelerine aşağıda yer verilmiştir.
Egemenlik; “devredilmez”, “bölünmez”,
“yanılmaz”, “mutlak” ve “sürekli” olma özelliklerini taşımakla, egemen güç bu
özellikleri ile üç temel kuvvet (erk) olan “yasama”, “yürütme” ve “yargı”
erklerini elinde tutuyor olması “egemeni” “güç” yapan unsurlar olmaktadır. Bu
kuvvetleri egemen güçten ayrılarak, ayrı ayrı organlarda görevlerini ifa
etmeleri sağlamak, yönetilenler açısından nihai hedef olmuştur.
Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri
uluslararası hukuk standartlarında; temelde aşağıda yer alan işlevleri yerine
getirirler;
YASAMA KUVVETİ: Yasa çıkarma gücü, Vergi
salma gücü, Borç alma ve bütçe hazırlama gücü, Genellikle savaş ilan etmek için
tek yetkili, Soruşturma açma yetkisi,
özellikle yürütme birimine karşı, Çoğunlukla yürütme biriminin başına birini
atama gücü, Bazen mahkemelere yargıç
atama gücü, Anlaşmaları onaylama gücü, Yürütme organı olan hükümeti atama,
azletme ve denetleme gücü.
YÜRÜTME KUVVETİ: Cumhurbaşkanı yasaları veto edebilir, Savaş durumunda genel
komutanlık (askeriyenin operasyonel yönetimi), Çeşitli durum ilanlarına
yetkilidir (acil durum, afet ilanları gibi), Yasaların uygulanması sağlar ve
yasalara uygun düzenlemeler çıkarabilir
ve yürütme emirleri verebilir, Genellikle yargıçları atar, Bazen suçluların affedilmesini
sağlar, Genellikle üst düzey bürokratları atar.
YARGI KUVVETİ: Bir yasanın anayasaya
aykırı olup olmadığını denetler, Yasaların yorumlanmasında ve davaların
görülmesi ve karara bağlanmasında tek yetkilidir, Suçluların idaresine karar
verme gücü, Kanıtların bulunması ve gerekli dökümanlarının oluşturulmasına
zorlama gücü, Yasanın boşluk bıraktığı hususlarda yasa boşluğunu içtihatla
doldurma, Kendi üyelerinin idaresi.
EGEMENLİĞİN
KAYNAĞINA GÖRE YÖNETİM ŞEKİLLERİ
Hukuk felsefecilerinin görüşleri
doğrultusunda, egemen gücün kaynağına göre devletlerin tasnif edilmesi halinde
karşımıza dört esas sınıfı ayrılmış devlet yönetim şekli çıkar. Bu yönetim
şekilleri şunlardır:
Monarşik
Devlet: Egemenliğin tek bir kişiye ait olduğu devlet yönetim sistemi.
Oligarşik
Devlet: Egemenliğin belli bir sınıf veya zümreye ait olduğu devlet yönetim
sistemi.
Teokratik
Devlet: Egemenliğin kaynağının dine dayandığı ve dini kuralların esas alındığı
devlet yönetim sistemi.
Demokratik
Devlet: Egemenliğin kaynağını halktan aldığı devlet yönetim sistemi.
HUKUK
TARİHİNDE KUVVETLER
Aşağıda,
egemen gücü ve ergleri sınırlayan ve kuvvetler ayrılığına doğru gidişi
gösterir, yazılı hukuk belgelerine yer vermekteyiz. Bu belgeler, insanlığın
egemen gücü sınırlaması ve bölmesi suretiyle egemenliği halka mal edişinin yüzlerce
yıllık savaşına ait barış belgeleridir.
Bu savaşlarla elde edilen hak ve
özgürlükler ile egemenliğin halka devri belli bir evrim suretiyle gerçekleştiği
ülkeler, bu hak ve özgürlüklerine ve kuvvetler ayrılığı ilkesine özel bir önem
verdiklerini görmekteyiz. Bu hak ve özgürlüklere ve halk egemenliğine yönelik
en ufak bir gasp hali, toplumda büyük bir koruma duygusu ile toplumu ayağa
kaldırmaktadır.
Amacımız, aşağıda içeriklerinin en önemli
kısımlarını verdiğimiz bu belgelerdeki hak ve özgürlükler ile egemen gücünün
sınırlanmasına yönelik kazanımlara, bu savaşımı vermiş ülkelerinin gösterdiği
aynı uyanıklığı ve tepkiyi bizimde göstermemiz gereklidir.
Hitit
Kanunları (M.Ö.3500)
“Basit bir davayı zorlaştırmayınız. Zor
bir davayı da basitmiş gibi göstermeyiniz. Doğru olanı yapınız. / Ülkenin hukuk
sorunlarıyla ilgili karar verecek olan sen, kararını iyi ver. Ekmek ve bira
uğruna (kararlarını) onun (suçlunun) hanesi, biraderi, karısı, bir aile üyesi,
sülalesi, hısım ya da dostları lehine çevirme. Karar veremediğin bir davayı
efendinin, kralının önüne getir ki kararı kral versin. / Bey için iltimas
yapmasın, erkek kardeşine, kız kardeşine, arkadaşına iltimas yapmasın. Hiç
kimseden rüşvet almasın. Haklı bir davayı kaybettirmesin, haksız bir davayı
kazandırmasın. Doğru ne ise onu yap.”
Hammurabi
Kanunları (M.Ö.2500)
“Eğer bir yargıç bir davaya bakar ve bir
karara varırsa verdiği hükmü yazılı olarak takdim eder, daha sonra verdiği
kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman
davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve
halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir.”
Magna
Carta Libertatum (1215)
“Krallığımızda, Kralllık Toplu Meclisi’nin
izni olmadıkça zorla, koruma parası ya da yardım parası tarh edilemez. / Kendi
zümresinden olanların verdiği yasal bir karar yada ülkenin bu konuda bir yasası
olmadıkça, hiç bir özgür kişi yakalanmayacak, zindana atılmayacak, mal ve mülkü
elinden alınmayacak, sürgüne yollanmayacak ya da herhangi bir biçimde kötü
muameleye maruz bırakılmayacaktır. Bizde bu kişiye zor kullanmayacağız, zor
kullanılmasına izin vermeyeceğiz.”
Köylülerin 12 Maddesi (1525)
“Acizane ricamız ve dileğimiz ve aynı
zamanda niyetimiz ve kanımız şudur ki, bundan böyle bizde güç ve yetki sahibi
olmak istiyoruz. Her topluluk kendi rahibini kendi bulmalı ve seçmelidir. / Bundan
böyle herhangi bir hükümdarlık altına da eziyet çekmek istemiyoruz.”
Hollanda Bağımsızlık Bildirisi (1581)
“Halk prens için değil, tersine prens halk için
yaratılmıştır; çünkü, halk olmasa
prens de olmazdı. Prens
uyruklarını hak ve adalete uyarak yönetmeli.”
Haklar Bildirisi (1628)
“Parlementonun genel onayı olmadıkça hiç
kimsenin ödün para, bağış, vergi, herhangi bir armağan vermeye ya da buna
benzer bir ödemede bulunmaya zorlanmamasını ve bunun için, böyle bir ödemeyi
reddetti diye, kimsenin sorguya çekilmemesini, tutuklanmamasını, yemin etmeye
zorlanmamasını, hücreye kapatılmamasını, tutuklanmamasını, ya da başka bir
biçimde eziyet çektirilmemesini ve rahatsız edilmemesini, yüce
majestelerinizden rica ediyoruz. Tüm bunlar haklarımız ve özgürlüklerimiz
olduğu için, yüce majestelerinizden, imparatorluğun yasa ve nizamnamelerine
mutabık kalarak, hakirane rica ediyoruz.”
Habeas Corpus Act (1679)
“Caniyane ya da sözde caniyane bazı
olaylar yüzünden kralın uyruklarını, nezaretleri altında bulunduran,
kontluklardaki fahri memurların, zindancı başıların ve diğer görevlilerin,
kendilerine gönderilen resmi celp emirlerini geri yollayarak, bir ya da bazen
birden çok Habeas Corpus hükümlerini çeşitli ve türlü biçimde çiğneyerek ve
başka vesilelerle, görevlerine, ülkenin kabul edilmiş yasalarına aykırı olarak,
bu tür resmi celp emirlerine karşı gösterilmesi gereken bağlılığı savsayarak,
sürüncemelere neden oldukları, böylelikle kralın uyruklarının birçoğunun, yasa
uyarınca kefaletle serbest bırakılacakları durumlarda, büyük zararlara ve
sıkıntılara maruz bırakarak zindanda tutuldukları ve ilerde daha da uzun bir
süre tutulabilecekleri dikkate alınsın. / Bu durumlardan kaçınılması ve
böylesi, caniyane ya da sözde caniyane olaylardan dolayı tutuklanan tüm
kişilerin hızla serbest bırakılması amacıyla, tutuklanmalarının gerçek
nedenleri hiç vakit kaybetmeden tasdik ettirilecektir. Bu tasdik 20 milden uzak
ve 100 milden yakın yerler için 10 gün, 100 milden uzak yerler için 20 gün
içinde ve bu zaman sınırını kesinlikle aşmadan yerine getirilecektir.”
İngiltere İnsan Hakları Bildirisi
(1689)
“Parlementonun onayı olmadan, kralın
yetkesine dayanarak, yasaları ve bu yasaların icrasını iptal etmek gücü sözde
kalır ve yasadışıdır. / Parlemento üyelerinin seçimi serbest olacaktır. / Konuşma
özgürlüğü vardır. / Parlementodaki tartışmalar ve görüşmeler, parlamentodan
başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu
yapılmamalıdır.”
Virginia İnsan Hakları
Bildirisi ( 1776)
“Bütün
insanlar, eşit, hür ve bağımsız olup, doğuştan bir takım hakları vardır. / Topluma
katılmakla bu haklarından yoksun bırakılamazlar. / İktidar yetkisi halktadır ve iktidarı kullananlar halkın hizmetinde
olduklarından onlara karşı sorumludurlar. / Yasama,
yürütme ve yargı güçleri birbirlerinden ayrılmış ve belirlenmiş olmalıdır. / Özgürlüğün en güçlü kalelerinden birisi
de basın özgürlüğüdür, despotik yönetimler dışında, asla sınırlandırılamaz. / Halkın
bölünmez bir yönetim kurmaya hakkı vardır. / Ancak, adalete, ılımlılığı,
tutumluluğa, alçakgönüllüğe ve erdeme sıkı sıkıya bağlı kalarak, her fırsatta
temel ilkeleri anarak, bir halk özgür bir yönetime ve özgürlüğün nimetlerine
sahip olabilir.”
1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi (1791)
“İnsanlar hukuk açısından özgür ve eşit doğarlar; özgür ve eşit
yaşarlar. / Özü bakımından her egemenliğin kökeni ulustur. / Özgürlük başkasına
zarar vermeyen herşeyi yapabilmektir. / Yasa, ancak topluma zararlı olan
eylemleri yasaklayabilir. / Yasa, genel iradenin ifadesidir. / Herkes, suçlu
olduğu açıklanıncaya dek masum sayılır. / Hakların güven altına alınmadığı
kuvvetler ayrılığının yapılmadığı bir toplumda anayasa yoktur.”
1812 İspanyol Halkının Politik
Anayasası
“Egemenlik esasen milleti aittir ve bu
nedenle temel kanunların oluşturulmasın hakkı da tamamen millete aittir. / Kanun
yapma erki meclise ve krala aittir. / Kanunları icra erki krala aittir. / Sivil
ve cezai olaylarda kanunların uygulanması erki kanunlara dayalı olarak
oluşturulan mahkemelere aittir. / Ulus, adil ve akılcı kanunları, sivil
özgürlükleri, mülkiyeti ve kendisine mensup tüm bireylerin diğer haklarını
korumak ve muhafaza etmek zorundadır.”
1848 Fransız Anayası
“1848 Fransız Anayasası, 1789 devriminin
ilkelerini esas almakla birlikte, getirdiği yenilikler de bulunmaktadır. 1789
devriminin ilkeleri olan, Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik ilkelerinden ayrıca bu
anayasa ile Çalışma hakkı-Aile-Mülkiyet-Kamu düzeni ilkeleri de evrensel hukuk
içinde yerlerini alıyordu.
1849 Alman İmparatorluk Anayasası
“Kanunlar önünde, sınıflar arasında bir
ayrım söz konusu değildir. Bir sınıf
olarak soyluluk ilga edilmiştir. / Almanlar kanun önünde eşittir. / Bütün
yargılama hakkı ve yetkisi devlete aittir. Yargı erki mahkemelerce kullanılır.
Hükümetin ya da ordunun sağladığı adalet kabul edilemez. / Her Alman devleti
bir anayasaya ve halkın temsiline sahiptir.”
TÜRK HUKUK TARİHİNDE KUVVETLER AYRILIĞI
-Osmanlı Dönemi:
SENED-İ İTTİFAK:
Dördüncü şart (herkesin kendi göreviyle
uğraşması şartı) ile, senedi imzalayanlar, sadrazamdan gelen her emri
Padişah’tan gelen bir emir olarak kabul edeceklerini ve ona karşı
gelmeyeceklerini taahhüt etmektedirler. Ancak sadaret makamı da “hilaf-ı kanun”
işlere girişirse, senedi imzalayanlar, bundan “davacı olup ittifakla men’ine”
çalışacaklarına söz veriyorlardı. Bu dördüncü şartta ayrıca herkesin kendi
göreviyle uğraşması, başkalarının görevine karışmaması (aharın memuriyetine
tasaddi etmemesi) öngörülüyordu.
TANZİMAT
FERMANI:
Tanzimat Fermanında tartışmasız bir şekilde devlet iktidarının sınırlandırılması olgusu vardır. Diğer
yandan, Tanzimat Fermanı Osmanlı tebaasına birtakım temel hak ve özgürlükler de
tanımaktadır. Bu itibarla Tanzimat Fermanı, tam bir anayasacılık hareketi
olarak görülebilir
ISLAHAT
FERMANI:
Gayrimüslim
tebaanın, vergi, askerlik, mülkiyet, işkence yasağı gibi hak ve özgürlükler ile
din ve vicdan hürriyeti getirmek suretiyle, müslüman tebaa ile eşitlenmesi
amaçlanan bir anayasal belgedir.
1876
ANAYASASI:
Türk Hukuk sistemindeki ilk maddi ve şekli
anlamda anayasa belgesi olup, bu belge ile monarşik iktidarı temsil eden
“padişah” bazı yetkilerini “yasama” ve “yürütme” organı ile paylaşmaktadır.
“yargı” organı ile bağımsız olarak düzenlenmiştir.
MADDE 7.- Vükelânın azil ve nasbı ve
rütme menasıp tevcihi ve nişan itası ve
eyalâtı mümtazenin şeraiti imtiyazlerine tevfikan icrayı tevcihatı ve meskûkat
darbı ve hutbelerde nâmının zikri ve düveli ecnebiye ile muahedat akdi ve harb
ve sulh ilânı ve kuvvei berriye ve bahriyenin kumandası ve harekâtı askeriye ve
ahkâmı şeriye ve kanuniyenin icrası ve devairi idarenin muamelâtına müteallik
nizamnamelerin tanzimi ve mücazaatı kanuniyenin tahfifi ve affı ve Meclisi
Umuminin akt ve tatili ve ledeliktiza Heyeti Mebusanın azası yeniden intihap
olunmak şartile feshi hukuku mukaddesei Padişahi cümlesindendir.
MADDE
86.- Mahkemeler her türlü müdahelâttan azâdedir.
-Cumhuriyet Dönemi:
1921
ANAYASASI:
1921 Anayasa’sı bir olağanüstü dönem
anayasası olup, kuvvetler birliğini tek bir erk olan Yasama organında birleştirmiştir.
1921 Anayasası’nda, mahkemelerin işlevlerine dair bir hüküm mevcut değildir.
İlgili maddeler şunlardır:
MADDE 2.- İcra kudreti ve teşri
salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde
tecelli ve temerküz eder.
MADDE
3.- Türkiye Devleti, Büyük Milleti Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti
"Büyük Millet Meclisi Hükûmeti" unvanını taşır.
1924
ANAYASASI:
1924
Anayasası da, meclis hükümeti esaslı olup, yargı organı ile ilgili düzenlemeyi
içermesi bakımından kendine özgüdür. İlgili maddeler şunlardır:
MADDE
5.- Teşrî salâhiyeti ve icrâ kudreti Büyük Millet Meclisinde tecellî ve
temerküz eder
MADDE
54.- Hâkimler bilcümle davaların muhakemesinde ve hükmünde müstakil ve her
türlü müdahâlattan âzâde olup ancak kanûnun hükmüne tabidirler.
1961 ANAYASASI:
Kuvvetler
ayrılığı ilkesinin, Türk hukuk sistemine ilk defa girdiği hukuk metnidir. Bu
anayasa ile “yasama” ve “yürütme” organları hukuki açıdan birbirlerinden
ayrılmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk modern ilkeler içerir anayasasıdır.
Darbe ürünü olmasına rağmen, yasama organına karşı denetleme organı olarak
“yargı”, Anayasa Mahkemesi kurumu ile
güçlenerek gelmiştir. İlgili
maddeler şunlardır:
IV.
Egemenlik
MADDE
4.- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.
Millet,
egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle
kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle
belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
V. Yasama
Yetkisi
MADDE
5.- Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
VI.
Yürütme Görevi
MADDE
6.- Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından yerine getirilir.
VII. Yargı Yetkisi
MADDE 7.- Yargı yetkisi,
Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
1982 ANAYASASI:
1982
Anayasa’sı, 1961 Anayasa’sı ile getirilmiş olan, kuvvetler ayrılığı ilkesini
hukuki açıdan benimsemekle, 1961 Anayasa’sı aksine yürütme organını
güçlendirici hükümler içermektedir. İlgili
maddeler şunlardır:
VI.
Egemenlik
MADDE 6.– Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk
Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları
eliyle kullanır.
Egemenliğin
kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz.
VII.
Yasama yetkisi
MADDE
7.– Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu
yetki devredilemez.
VIII.
Yürütme yetkisi ve görevi
MADDE
8.– Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından,
Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.
IX.
Yargı yetkisi
MADDE
9.– Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
KUVVETLER
AYRILIĞI HAKKINDA YARGI KARARLARI
Kuvvetler
ayrılığı ilkesinin uygulandığı Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve
Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına aşağıda yer verilmiş olup, bu kararlar
“kuvvetler ayrılığı” ilkesinin, bir devletin sistemi içinde ne kadar önemli
olduğunu ve devletin yönetim sistemini belirleyen bir unsur olduğunu ortaya
koymaktadırlar.
-“Yasanın lafzı, amacını açıkça Ortaya
koymuş ise başka bir yorum yoluna gidilemez. Aksi takdirde yargı erki yetkisini
aşarak yeni bir hüküm getirmiş olur ki, böyle bir yetkinin tanınması yasama
erkini görevine müdahale sonucunu doğurur. Oysa yargı erkinin yasama erkinin
görevine müdahale etmiş olması kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş
olan anayasa hükümlerine aykırı düşer.” (Yargıtay, 10.HD., 2001/3653 Es., 2001/5041 K., 27.06.2001 T.)
-“Suç ve cezada yasallık evrensel hukuk
ilkesi uyarınca, yasakoyucu’nun, cezai bir yaptırıma bağlamadığı bir eylemin,
ülke koşulları nazara alınarak, zorlamalı yorumlarla cezalandırılır sayılması, kuvvetler
ayrılığı sistemini zedeler mahiyette olacaktır.” (Yargıtay CGK., 2004/8-130
Es., 2004/206 K., 23.11.2004 T.)
-“Hukuk
devleti olmanın ve kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemenin doğal sonucu
olarak Yasama, "yasallık ilkesi"nin yegane sahibi, şekillendireni ve
denetleyenidir. Yasama bu yetkisiyle… suç kapsamından çıkarttığı eylemleri,
toplumda oluşan duyarlılıklar ve tehlikeler karşısında yeniden suç haline
dönüştürebilecek, cezai yaptırımlarını belirleyebilecektir… Hukuk devletinde bu
yetki sadece ve ancak yasamanın elinde kalacak, ceza yargıcı, yasayla kendisine
tanınan sınırı aşmaya niyetlenmeyecek, boşluk doldurmaya kalkışmayacaktır.”
(Yargıtay CGK. 2004/8-201 Es., 2005/30 Karar, 15.03.2005 T.)
-“İdarece imar islah planları yapıldıktan
sonra tapularının verilmemiş olması ve bu sebeple de kişilerin mağduriyetleri
söz konusu olabilir. Ancak bunların çözüm mercii, bunlara çözüm üretecek yer,
mahkemeler ve yargı organı değildir. İdarenin bu işi yapmaması sebebiyle hukuk
düzenimizde hiç mevcut olmayan bir yolla mülk edinme şartını getirirsek yürütme
organının işine müdahale etmiş oluruz. Tapu tahsis belgesinin niteliğinin
kanundaki açıklamasına başka bir anlam vererek de yasama organının görevine
müdahale söz konusu olur. Her ikisi de anayasanın kuvvetler ayrılığı
prensibine aykırı bir davranıştır. Yürütme görevini tam olarak yapmıyor ise ve
bundan dolayı da aksamalar mevcut ise yargının böyle aksaklıkları gidermek
yönünde herhangi bir yükümlülüğü sözkonusu olamaz.” (Yargıtay HGK., 1996/14-763
Es., 1996/864 karar, 04.12.1996 T.)
-“Bilindiği gibi yasalar özüne ve sözüne
uygun biçimde yorumlanarak uygulanır. Şayet yasa’nın sözünden amacı açıkça
anlaşılıyorsa ve sözü ile özü çelişmiyorsa lafzına göre hüküm verilir ve
giderek değişik yorumlanarak uygulanamaz. Aksi takdirde anayasamızda yer alan
kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı davranılmış olur. Yukarıda değinildiği
gibi yargı gücünü elinde bulunduran Mahkeme yetkisini aşmış sayılır.” (Yargıtay
HGK., 1999/10-60 Es., 1999/105 K., 17.02.1999 T.)
-“Anayasamızın benimsediği kuvvetler
ayrılığı sistemine göre yasama, yürütme ve yargı erki birbirlerinin yetki
alanlarına karışamazlar. Bilindiği gibi bu üç gücün tek elde toplanması zümre,
şahıs veya sınıf diktatöryasına yol açmış olur. Halbuki çağdaş anayasalarda,
ileri demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi sıkı sıkı korunmuştur. İşte bu
davada sayın çoğunluk yasama gücü tarafından kabul edilip yürürlüğe konulan bir
yasa hükmünü uygulamamak suretiyle kendisini yasama organı yerine koymak
suretiyle yepyeni bir hüküm getirmiş olmaktadır.” (Yargıtay HGK., 2001/10-208
Es., 2001/203 karar., 28.02.2001 T)
-“Yargı erkinin bağımsızlığı, kuvvetlerin
ayrılığı ve yargının saygınlığı ilkelerine aykırılık teşkil etmemektedir.”
(Danıştay İdari Davalar Genel Kurulu, 2001/2 Es., 2001/810 Karar, 23.11.2001 T.)
-“Yasama organının bu şekilde yargı
kararını değiştirecek nitelikte yasa çıkarma yoluyla yargı organı ve yönetsel
işlemlerle uğraştırılmasının kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düşmekte
olduğu açıktır.” (Danıştay 5.Daire,
1995/1925 Es, 1997/589 Karar, 17.03.1997 T.)
-“Yani kanunla düzenlenmesi gereken bir
konunun tebliğ ile düzenlenmesi, olayda olduğu gibi, kanunda öngörülmeyen bir
sınırlamanın tebliğ ile getirilmesi, kuvvetler ayrılığı rejimine ters düşeceği gibi, fonksiyon
gaspına da yol açacağı kuşkusuzdur.” (Danıştay 7.Daire, 2003/1094 Es.,
2004/2800 Karar, 09.11.2004 T.)
-“T.C.
Anayasası'nın 2'nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. İnsanlığın vazgeçilemez en büyük kazanımlarından biri olan
hukuk devleti; Anayasa Mahkemesinin birçok kararında da belirtildiği gibi,
adaletli bir hukuk düzeni kuran, bunu sürdürmeyi zorunluluk sayan ve tüm
etkinliklerinde hukuka ve anayasaya uygun davranan devlettir. Özünde, toplumu oluşturan
bireylerin, insan olması dolayısıyla sahip olduğu en temel hakların korunması
düşüncesiyle başlayan süreç, zamanla negatif hakların yanında pozitif hakların
da varlığının tanınması şeklinde gelişim göstermiş ve sonunda "Hukuk
Devleti" kavramının doğmasına neden olmuştur. Bu kavram ve ilkeye işlerlik
kazandırılmasının amacı; egemenliğin, birbirini dengeler şekilde devletin
farklı organları arasında paylaştırılması olarak tanımlanabilecek kuvvetler
ayrılığı ilkesi yanında, devletin diğer organlarına nazaran, siyaset
yoluyla toplumu daha fazla etkileme gücüne sahip yasama organının, toplumun
ortak iradesini yansıtan anayasanın ruhuna ve özüne aykırı tasarruflarının
önüne geçilebilmesini teminen, anayasanın üstünlüğünü ve yasaların anayasaya
uygunluğunun sağlanması düşüncesini de beraberinde getirmiştir. Anayasanın
üstünlüğünün sağlanması, yasaların anayasaya uygunluğunun denetimi sorunu, iki
temel güvenceye, siyasal denetim ve yargısal denetim mekanizmalarının
geliştirilmesine yol açmış; yargısal denetim alanında ilk örneği veren ve genel
mahkemeleri ve bu mahkemelerin üzerindeki Yüksek Mahkemeyi yetkili kabul eden
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki sistemden farklı olarak, Kıta Avrupasında (
1961 Anayasası ile ülkemizde ) bu konuda özel görevli ve yetkili anayasa
mahkemesinin kurulması benimsenmiştir.” (Danıştay 7.Dairesi, 203/2595 Es.,
27.05.2008 T.)
-“Kuvvetler
ayrılığı ilkesi, devlet gücünün sınırlandırılması suretiyle kişi
özgürlüklerinin güvence altına alınması istem ve gereğinden doğmuştur.
Kuvvetlerin tek elde toplanması, diktayı ve keyfî yönetimi getireceğinden kişi
özgürlüklerinin güvencesini kaldırmaktadır. Özellikle yargı gücünün bağımsız
bir organda olmaması özgürlükler için en büyük sakıncayı oluşturmaktadır.
Ayrıca, hürriyetçi demokrasi ancak kuvvetler ayrılığının uygulanması ile
gerçekleştirilebilmektedir. Kuvvetlerin ayrı ayrı ellerde olması, hürriyetçi
demokrasinin icaplarındandır. Anayasaya aykırılığı yargı kararı ile saptanan
hükmün yürütme organınca, her hangi bir yetkiye de dayanmaksızın, yasama
yetkisi gasp edilerek yeniden yasalaştırılması, kuvvetleri yürütme organında
birleştirmek demektir. Hukuk devleti olmanın belirgin özelliği her organın ve
herkesin hukuka bağlı olmasıdır. Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğünü
sağlayan temel ilkedir. Kuvvetler ayrılığı olmayan devlette hukukun
üstünlüğünden söz edilemez. Kuvvetler ayrılığı, Cumhuriyetimizin ve
demokrasinin oluşumunu sağlayan temel yapıdaki önemli bir ilke ve sistemi
oluşturmaktadır. Bu nedenle, kuvvetler ayrılığı ilkesini tahrip eden bu işlerin
devletin cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak amaç ve görevine aykırıdır.”
(Anayasa Mahkemesi, 1988/38 Es., 1989/7 Karar, 08.02.1989 T.)
-“Anayasa,
böylece egemenliğin kullanılmasında yetkili organları belirlemiş ve kuvvetler ayrımını Anayasanın temel
ilkesi yapmıştır. Bu ilke, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasanın 2. maddesinde
sayılan, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayalı demokratik, lâik ve
sosyal hukuk devleti niteliklerinin de dayanağıdır. Anayasanın, başlangıçta
altıncı fıkrada belirttiği gibi, kuvvetler ayrımı, devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetkilerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliğidir.
Üstünlük ancak anayasa ve kanunlardadır.” (Anayasa Mahkemesi, 1988/64 Es.,
1990/2 Karar, 01.02.1990 T.)
“Hukuk
devletinin başlıca amacı, kamu gücü karşısında kişinin hak ve özgürlüklerini
korumaktır. Bu âmâca ulaşabilmek için kullanılan araçlar aynı zamanda hukuk
devleti kavramının öğeleridir. Bunlardan en önemlileri, devletin değişik
işlevlerinin ayrı organlar eliyle gördürülmesi anlamına gelen kuvvetler
ayrılığı ilkesi bağlamında idarenin
hukuka bağlılığı ile zarar verici işlem ve eylemlerinden sorumlu tutulması ve
yargı güvencesidir. Hukuk devletinde, yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin
hukuka uygunluğu zorunludur. Bu nedenle hukuk devletinin vazgeçilmez
koşullarından birisi, “idarenin yargısal denetimi” dir.” (Anayasa Mahkemesi,
1990/40 Es., 1991/33 Karar, 01.10.1991 T.)
“Çağımızda hem öz, hem de yöntem olarak
tanımlanan, öğretide ve uygulamada en ileri yönetim türü olarak üzerinde
birleşilen demokraside erkler ayrılığı ilkesinin yaşama geçirilişi,
yargının özel yerinin korunmasıyla değerini sürdürmektedir. Yargı erkinin
varlığı yeterli olmayıp bağımsızlığı vazgeçilmez geçerli koşuludur. Yasama ve
yürütme organlarına karşı bağımsızlığı korunan yargı, genelde yönetime karşı
yönetilenlerin güvencesidir. Adaleti sağlamakla görevli bilinen yargı gücü,
güven ve inanç sağlayarak kamusal düzeni koruyan hukuksal bir kaynaktır. Hukuk
devletinin en belirgin özelliği, güçler ayrılığına anlam kazandıran yargı
bağımsızlığıdır. Hukuk devleti kendisini bağımsız yargısıyla korur. Günümüzde
insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca güvencesi bağımsız yargıdır.
Bağımsız olmayan yargı, gerçek bir yargı olarak karşılanamaz. Bağımsızlık,
yargının karakteridir. Bu temel nitelikten yoksun olan yargı güdümlüdür ve öbür
güçlerin, yasama ve yürütmenin etkisinde, egemenliğindedir. Devlet olmanın
koşulu kabul edilen yargı bağımsızlığı, uygarlık savaşının en önemli alanını
oluşturmuştur. Demokrasinin öğesi durumuna yükselen yargı bağımsızlığı, yasama
ve yürütme organının etki alanı dışına çıkarılarak sağlanmıştır. Yürütmenin
gözetim ve denetimi altında gerçek bir yargı bağımsızlığından söz edilemez.
Bağımsızlık, günlük devlet işlerinde yürütme karşısındaki durumla anlam kazanır
ve adalet ideali ancak bağımsız yargıyla gerçekleşir. Bu düşüncelerden
esinlendiği anlaşılan Anayasa koyucu, yargı bağımsızlığını koruyacak önlemleri
de gerekli kurallarla Anayasa'ya almıştır.” (Anayasa Mahkemesi, 1992/39 Es.,
1993/19 Karar, 29.04.1993 T.)
-“Anayasa'nın
başlangıç bölümündeki, kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında
üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından
ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve
üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu" belirtilmiştir. Anayasa'nın
9. maddesinde "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır." denilmiş; "Mahkemelerin bağımsızlığı" başlıklı 138.
maddesinde "Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ,
makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde
bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir
beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ve idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükümlerine
yer verilmiştir. Belirtilen anayasal düzenlemelere göre, kuvvetler ayrılığı
ilkesi gereğince fonksiyonel bakımdan
yargı organı yasama ve yürütmeden ayrı tutulmuş olup, bağımsız bir organ olan
yargının yargılama süreci ile ilgili işlemlerinin anayasa'nın 125. maddesinde
öngörülen "idari işlemler" kapsamına girmediği ve bu nedenle yargısal
işlemler dolayısıyla idari yargı yoluna başvurulamayacağı açıktır. Bu anlayış,
ülkemiz yargı sisteminin dayandığı yargı ayrılığı ve adli ve idari yargı
organlarının birbirlerine karşı bağımsızlığı ilkelerinin de, doğal bir
sonucudur.” (Uyuşmazlık Mahkemesi, Hukuk Bölümü, 2004/33 Es., 204/42 Karar,
01.07.2004 T.)
SONUÇ ;
Kuvvetler ayrılığı ilkesine yönelik
felsefi görüşlerin açıklanmasında yer verildiği üzere, iktidar mutlaktı,
devredilemezdi, bölünemezdi ve sürekliydi ve iktidar, gücünü Tanrı’dan alan
egemen gücün elinde toplanmaktaydı. Ortaçağ’da “Kral” ve “Kilise” arasında
yaşanan gerginliğin sebebi, bu iki gücün arasındaki “iktidar” mücadelesinden
kaynaklanmaktaydı. İslami sistemlerde,
özellikle Osmanlı İmparatorluğu’ndan, “Hilafet” kurumunun padişahın nezdinde
birleştirilmesi bu kaygılarla gerçekleşmiş ve zamanında yeterli reformların
yapılmamış olmasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu kadar uzun süre devam
etmesine katkısı olmuştur. Bu iktidarı tek elde toplama, Ortaçağ Avrupa’sında
“reform” hareketine kadar gerçekleştirilememiştir. Reform ile kilisenin gücü
azaltılmış ve bölünmüştür. Bu dönemden sonra, Avrupa insanî bir seviyeye
ulaşabilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışınında,
Avrupa devletlerindeki sömürgeciliğin gelişimi yanında, bu “Ortaçağ Zihniyeti”nden
kurtulamamış olmasının etkisi olmuştur.
İktidar, üç önemli işlevi yerine
getirmekteydi, yasa koyma, yasaları uygulama ve cezalandırma. Daha sonra gelen “aydınlama” hareketleri ile iktidar sınırlanmış ve daha sonra da, bölünmüş ve devredilmiştir. Yüzlerce yıl
süren “egemen” – “yönetilen” savaşı, iktidarı önce sınırlama sonra da, bölmeyi
ve egemenliği halka devretmeyi başarmış olduğunu yukarıda belirttiğimiz iç ve
dış hukuk belgeleri ile gözler önüne serilmişti; bu bölünme ve devir ile çağdaş
ülkeler, monarşik rejimlerinin dayanaklarını sona erdirmiştir. Çağdaş ve demokrat
bir ülkede, bu erkler birbirlerine eşit seviyede ve birbirlerini denetler ve
saygı gösterir konumdadırlar. Zaten bu erklerden birinin üstünlüğü “yasama”
veya “yürütme” veya “yargı” hegemonyasına yol açar.
Dünya tarihi, halkın verdiği vekaleti
aşan şekilde kullanan “acı” iktidar
örnekleri ile doludur. Bu tür diktatörlüklere yol açmamak için, yasama organı,
Anayasa Mahkemesi tarafından, yürütme organı Danıştay tarafından
denetlenmektedir. Bu denetim mekanizmasının
kalkması veya denetlenen kontrolüne doğrudan veya dolaylı olarak geçmesi
halinde, ortada “demokrat” bir sistemden söz edilemeyeceği gayet açıktır.
Belirtilen felsefi görüşler ve tarihsel
gelişim değerlendirildiğinde, sivil, demokrat ve toplumcu bir anayasal bir yönetim için,
bireyler arası sevginin devamı için “ortak mutabakat” , “kurucu ilkelere” bağlılık ve “kuruluş
zamanındaki ruhun” ve “kuvvetler
ayrılığı” ilkesinin korunması gereklidir.
Keza, toplumun bir arada yaşama şartlarını içeren anayasanın meclis de olduğu gibi, referandumda da, nitelikli çoğunluk oyu ile onaylanması gerekir.
Çağdaş hak ve özgürlüklerin çoğu mücadele edilerek kazanılmıştır. Bu tür toplumsal bir mücadeleyi egemen gücü karşı vermeye toplumlar ya hiç bir hak ve özgürlüğü sahip olamamakta veya egemen gücün kendisine çizdiği dar kalıp içinde kalmaktadırlar. Hak ve Özgürlüklerin mücadele vermeden elde edinildiği toplumlarda ise, bu
kazanımların ayırtına varılamadığı gibi, bunların kaybedilmesi halinde, toplum
uğrayacağı kayıp da öngörememektedir.
Hak ve özgürlüklerinin egemen güce rağmen nasıl kazanıldığını, bilen ve topluma karşı sorumluluk duygusu taşıyan
her bireyin görevi; Evrensel Hak ve Özgürlüklerinin getirdiği kazanımları korumak ve genişlemesi için toplumu aydınlatmak olmalıdır.
KAYNAKLAR:
Genel
Kamu Hukuku, Doç.Dr.Mehmet Akad / Hürriyet Bildirgeleri, Janko Musulin / Özgürlük
Bildirgeleri, C.Can Aktan-İ.Yaşar Vural / AB Anayasası ve mevzuatı, Av.İsa
Çelik / Kanunların Ruhu Üzerine, Montesquieu / Eski Anayasa Hukukumuz ve İslam
Anayasası, Prof.Ahmet Akgündüz / www.anayasa.gen.tr, Kemal Gözler /
tr.wikipedia.org / www.yenianayasaicin.org
/ Rehber Ansiklopedisi / Hitit Hukuku, Erdal Doğan. / Hukuk Felsefesinin
Prensipleri, Hegel / Siyasi Düşüncelere giriş, Ömer Çaha / Farabi’de Devlet
Felsefesi, Prof.Bayraktar Bayraklı / Devlet, İbni Haldun /
BU YAZIDAN YAZARI VE İNTERNET ADRESİ GÖSTERMEK SURETİYLE ALINTI YAPILABİLİR.